“8 Mart’ta soygun düzenine karşı ayaktayız!”

Kadın Dayanışma Komiteleri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşırken "Şiddete, sömürüye, soygun düzenine son vermek için 8 Mart’ta buluşuyoruz!" seslenişiyle bir çağrı yapmış ve farklı şehirlerdeki buluşma noktalarını duyurmuştu.

Yayınlanma:
“8 Mart’ta soygun düzenine karşı ayaktayız!”

Kadın Dayanışma Komiteleri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşırken "Şiddete, sömürüye, soygun düzenine son vermek için 8 Mart’ta buluşuyoruz!" seslenişiyle bir çağrı yapmış ve farklı şehirlerdeki buluşma noktalarını duyurmuştu. 

Bugün Kadın Dayanışma Komiteleri adına Gizem Batı Ayaz ile bir söyleşi gerçekleştirildi. Türkiye Komünist Partisi'nin sitesinde yayımlanan söyleşinin tamamı şöyle:

Kadınlar bu yıl 8 Mart’ı nasıl karşılıyor, buradan başlayalım isterseniz?

Sanırım söze şöyle başlamak lazım: Emekçilerin bugün gündeminde ne varsa, ülkede neler yaşanıyorsa kadınların da gündeminde aynı şeyler var. Geçtiğimiz yıl yaşantımızı en çok etkileyen gündem olan pandeminin yerini bu yıl hayat pahalılığı ve fahiş faturalar aldı. Artan yoksulluk emeğiyle geçinmeye çalışan milyonların belini bükmüş durumda. Gıda, elektrik, doğalgaz gibi temel insani ihtiyaç kalemlerine gelen zamlara yetişilemiyor. Yükselen döviz kurları ve enflasyon karşısında ücretler iyice eridi, durum böyleyken yeni yıla girilmesiyle birlikte herkes maaş zamlarının ne kadar olacağına odaklandı. Birçok işyerinde açıklanan ücret artışları, TÜİK’in çarşı pazarla hiç uyuşmayan enflasyon rakamlarının bile altında kaldı. “Kimsenin sesi çıkmıyor, yaprak kıpırdamıyor, bu hayat pahalılığı ile nasıl yaşamaya devam edilecek” derken birkaç haftadır arka arkaya pek çok işçi direnişine tanık olduk. Kurye, kargo, metal, inşaat, sağlık, tekstil gibi sektörlerde işçiler birbiri peşi sıra ayağa kalktı: Trendyol, Yemek Sepeti, Farplas, Migros işçileri ve kadın işçilere daha düşük oranlarda yapılan ücret zammı sonrası direnişe geçen Alpin Çorap işçileri bunlardan sadece birkaçı.

Bu düzenin en fazla sömürdüğü kadınlar, emeğine hayatın her alanında ihtiyaç duyulan ama yoksulluğu ve hayat kavgasını da en şiddetli yaşayanlardan. Hâl böyleyken direnişlerde en ön saflarda kadınları görmemiz hiç şaşırtıcı değil. Farplas’ta sendikal hakları için mücadele eden, gece yarısı fabrikanın çatısına çıkarak iş yerini terketmeyen işçilerin çoğu kadındı. Yine Migros direnişinde amirlerinin tacizlerine ve sefalet ücretine karşı kadınlar en ön safta cesurca direndiler ve kazandılar.

Kısacası kadınlar, bu yıl 8 Mart’a kendilerine dayatılan eşitsizliklere ve yoksulluğa karşı ayağa kalkarak giriyor. İş yerlerinde ücret zammı için, mahallede fahiş faturalara karşı hemen devletleştirme için, direniş ve eylemlerde ön saflarda yer alıyor. Tıpkı bundan 105 yıl önce Rusya’da ekmek ve barış talebiyle sokağa çıkan ve çarlık rejiminin yıkılmasında önemli rolleri olan kadınlar gibi, bugünlerine ve geleceklerine sahip çıkıyor. Şiddete ve sömürüye karşı verilen mücadele her geçen gün büyüyor, yeni deneyimler kazanıyor. Kadınlar zincirlerini kıra kıra geliyor…

AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi adımı geçtiğimiz yıla damga vuran adımlardan biri oldu ve sonuç olarak iktidar Sözleşme’den çıktı. Sizce buraya bir geri dönüş mümkün mü?

Biz İstanbul Sözleşmesi gündeminde sözleşmenin hangi koşullarda ve neden imzalandığına da işaret ettik çoğu zaman. Yıllardır süregiden kadına yönelik şiddetle mücadelenin etkisini, sözleşmenin kendisinin ve uluslararası taraflarının ortaya çıkmasında elbette en başa yazmalı. Ama ülkemiz açısından AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’ni imzalaması, üstelik de ilk imzacılarından biri olmasının nedenlerini ayrıca ele almalıyız. Bunlardan biri AKP’nin özellikle uluslararası arenada kendini parlatma çabası, diğeri ise bununla ilişkili olarak AKP’nin iç politikada iktidarını sürdürecek manevralar yapma ihtiyacı idi. Aynı ihtiyaç AKP sözleşmeden çekilirken de belirleyici oldu. Yani geçen yıl AKP iktidarını güçlendirmek amacıyla, Millet İttifakında bir kırılma yaratmak ve gerici tabanını konsolide etmek istedi. Bu nedenle de gerici karakteri ile gayet uyumlu bu kadın düşmanı adımı atmaktan çekinmedi. Üstelik daha birkaç gün önce, hükümetin kadına yönelik şiddet ve cinsel istismarla mücadelede yeni bir dönem başlatılacağı “müjdesini” verdiği basın toplantısında, koruma kararı olan kadınları bile koruyamadıklarını itiraf etmiş oldular. Bakan Yanık “kadın cinayetlerinde kadınların sadece yüzde 8’i koruma tedbiri aldırmıştı, 92’sinin böyle bir talebi yok” dedi. AKP için kadın cinayetleri açık ki başa bela rakamlardan başka birşey ifade etmiyor. Dolayısıyla seçim dönemine giriliyor olsa bile bugün bulundukları noktadan geriye adım atmayacaklardır. Düzen muhalefeti ise İstanbul Sözleşmesi gündemi şimdilik popülist bir söylem düzeyinde ajandasında bulunduruyor.

Tam da burada bir soru daha yöneltmek isteriz… Sözleşme’den çıkma kararı Millet İttifakı’nın ortaklarından biri olan Saadet Partisi tarafından kendi başarıları olarak sunuldu, bu sürecin mimarı oldukları söylediler. CHP ve İYİP bir yandan AKP’nin adımına tepki gösterirken diğer yandan da ittifak ortağı sanki bu açıklamaları yapmamış gibi davrandı. Bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saadet Partisi aile kavramı ortadan kaldıracağı ve sapkınlığa meşruluk kazandıracağı iddiasıyla İstanbul Sözleşmesi’yle daha ilk günden beri kavgalıydı. Bu sebeple Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesinin mimarı olduklarını söylemeleri ve bu adımı coşkuyla karşılamaları hiç de şaşırtıcı değil. CHP ve İYİP’in ittifak ortağının bu tutumuna karşı sessiz kalması da öyle. Çünkü sözkonusu ittifakın başından beri AKP “karşıtlığı” dışında, bugün ülkenin güncel ve hayati meselelerine karşı ortak bir söz, tutum ve hareket içerisinde olduklarını görmedik. Hâl böyleyken, AKP’li yıllarda beslenen gericilik ve dinselleştirme ile artan kadına yönelik şiddete karşı, Millet İttifakı’nın laiklikten ve aydınlanmacılıktan yana bir tavır almasını beklememek gerekir. Oysa ki kadınların “kötünün iyisine razıyız”, “AKP gitsin de sonrasına bakarız” edebiyatıyla kaybedecek ne bir günü, ne bir canı, ne de heba edecek yarınları var!

Kadın mücadelesi her başlıkta olduğu gibi bu konuda da en ileri ve en gelişkin noktayı kendine hedef olarak belirlemek zorunda. Bizim hedefimiz hayatta kalmamızı sağlayacak, kadına yönelik şiddeti azaltacak yasal düzenlemelerin ötesinde kadınların saklanmaya, korunmaya ihtiyaç duymadığı bir ülkeyi kurmaktır. Böyle bir talebi hayata geçirmek için mücadele eden bir iradeyi gösterebilirsek, bugün de yarın da kazanım elde etmemiz işten bile değil!

Sizin de başta söylediğiniz gibi Türkiye’nin temel gündem şu anda hayat pahalılığı ve faturalar olmuş durumda. Bu süreçte Kadın Dayanışma Komiteleri de çeşitli kentlerde sokak eylemleri, toplantılar ve etkinliklere imza attı. Hayat pahalılığı ve yüksek faturaların Kadın Dayanışma Komitelerinin böylesine merkezi bir gündemi haline gelmiş olmasının kadınlara özgü nedenleri var mı?

Bakın geçtiğimiz günlerde, Türkiye’deki tüm KDK’lar ile hayat pahalılığı ve yüksek faturaların hayatlarını nasıl etkilediği üzerine görüş alışverişinde bulunduk. Ortaya çıkan tablo kadınların ne denli yoksullaştıklarının yanı sıra yoksullaşmanın kadına yönelik şiddeti ve baskıyı ne çok arttırdığını, sağlıklarını nasıl bozduğunu gösteriyordu.

Evde çocuklarının ısınmasını sağlamak için eski eşya ve kıyafet yakan, sadece büyüme çağındaki çocukları için süt ve yumurta alan annelerin olduğunu gördük örneğin. Sonra çocukları okula, kocası işe gittikten sonra evde soğukta oturan, buna rağmen yüksek elektrik ve doğalgaz faturaları nedeniyle kocası tarafından müsriflikle suçlanan, şiddet gören, evden kovulan kadınlar var. Ya da pahalılık nedeniyle hijyenik ped alamayan, doğum kontrol yöntemlerine ulaşmayan kadınlar. Emekli olduğu halde çalışmaya başlayan ve sağlığı bozulan kadınlar, ailelerine yük olmamak için taciz ve istismar korkusuna rağmen geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalan üniversite öğrencileri var. İşte bu yüzden olsa gerek, mahallelerde örgütlenen fatura itirazlarına kadınların ne denli çok sahip çıktıklarına, eylemlerde en önde ne denli öfkeli ve içten haykırdıklarına tanık oluyoruz.

Yoksullaşma kadın mücadelesinin şu andaki önemli gündemlerinden biri gerçekten de. Bu tabloya karşı sizin bir hareket planınız var mı?

Kadın Dayanışma Komiteleri olarak hakkımız olanı acilen talep etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Her fırsatta, her buluşma ve çalışmamızda, temel insani ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması gerektiğini söylüyoruz. Enerji sektöründeki özelleştirmelerin bir sonucu olarak karşımıza çıkan fahiş, ödenemeyecek kadar yüksek faturalar hepimizi maddi ve manevi sıkıntılara soktu. Bu yüzden karşılığı ödenmeksizin, hemen şimdi, enerji sektöründe devletleştirme diyoruz.

Kadınlar için devletleştirme sadece enerji sektörü değil, başka pek çok başlıkta da çok önemli ve hatta yaşamsal. Kamusal ve ücretsiz kreş hakkını, yaşlı bakım evi hakkını düşünün, HPV aşısı hakkını, kürtaja ücretsiz erişim hakkını sonra. Bu kadarcık şey bile  kadınların hayatını ne çok kolaylaştıracaktır düşünün. Ama biz bugün, yani bu soğuk kış aylarında enerji sektöründe hemen devletleştirme diyoruz. Çünkü elektrik ve doğalgaz olmadan ne beslenmek, ne ısınmak, ne de haberleşmek mümkün artık, eğitim ve sağlık hizmeti almak da mümkün değil. Bu sebeple KDK’lar olarak “Hemen Devletleştirme” başlığında başlatılan imza kampanyasını çok önemsiyoruz. Bu sürecin örgütlenmesinde kapı kapı ev taramalarına katılıyor, pazar yerleri ve kent merkezlerinde bu haklı talebi yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. 8 Mart’ta da “Soygun ve sömürü düzenine karşı kadınlar ayakta! Geliyoruz zincirleri kıra kıra!” sloganı ile hazırlanıyor ve çağrı yapıyoruz.

Kadın Dayanışma Komiteleri yola çıkalı 1,5 yıl oluyor. Bu süreyi, bu süre içinde atılan adımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Adında dayanışma vurgusu da yer alan KDK’lar yola çıktığından beri nasıl bir çalışmalar ördü, hedeflerinizin neresindesiniz?

Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK), 2020 yılının Eylül ayında yola çıktı. Kadına yönelik şiddete, kadının her alanda ucuz emek gücü olarak sömürülmesine, gericiliğin her türlü baskısına karşı dayanışma, örgütlülük ve geleceğe sahip çıkma hedeflerini önüne koydu. Mahallelerden işyerleri ve kampüslere kadar kadınların olduğu her alanda KDK’lar kurulmaya başlandı. Kuruluşundan bugüne kadar geçen bu bir buçuk yılda birçok başlıkta dayanışma örgütlendi. Pandeminin ilk aylarında mahallelilere maske dikti, İzmir depremi sonrası yemek ve giysi dayanışması örgütledi, şiddet gören kadınlara hukuki ve psikolojik destek sundu, kadınların yeni bir hayat kurmasına yardım etti. Bu tür dayanışmalara kadınları yakından ilgilendiren gündemlerde eylemlerin örgütlenmesini, gece yarısı kararnamelerine karşı “Kadınların Kararlarını” tartıştıran toplantılar düzenlemesini, HPV aşısı ücretsiz olsun mücadelesini de eklemek gerekir.

Bugün Türkiye’nin birçok ilinde sayısı 100’ü aşan Kadın Dayanışma Komiteleri, son aylardaki hayat pahalılığına karşı mahallelerde çorba, süt, hijyenik ped, kışlık kıyafet, okul malzemesi vb. pek çok ihtiyaca yönelik dayanışmayı örgütlemeye devam ediyor. Bu açıdan KDK’lar yola çıkarken önüne koyduğu hedeflerde azımsanmayacak bir yol kat etti diyebiliriz. Ancak bizim için bu yeterli değil. Bugün bu dayanışmalar örgütlü bir birliktelik sayesinde, onun ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu örgütlü bir araya gelişlerin yarın kadınların eşit ve özgür olduğu bir ülkenin kurulmasında ne kadar değerli olduğunu biliyoruz, bu açıdan çok heyecanlıyız.

Son olarak Türkiye yine kritik sayılabilecek bir döneme giriyor, ülkede seçimler, dünyada savaş konuşuluyor. AKP iktidarı neredeyse tüm dönemeçlerde öne çıkan kadınların mücadelesinin bu süreçteki rolüne, özelde ise Kadın Dayanışma Komiteleri’nin hedeflerine ilişkin neler söylersiniz?

Kadınlar sadece AKP Türkiye’sinde değil, dünyada pek çok önemli tarihsel dönemeçte öne çıkmışlar. Ekmek kavgasında da, barış mücadelesinde de eylemleri oldukça önemli olmuş. Ülkemizde ise haklar ve özgürlükler mücadelesinde en önemli dinamikti son yıllarda kadınlar. AKP hükümeti, laiklikle olan kavgasını cumhuriyetin kadınlar için kazanımları üzerinden yapmaya çalıştı. Çoğu zaman püskürtüldü kadın düşmanı bu saldırılar, ama bazen de bazı haklarımız törpülendi, elimizden alındı. Bugün bir nafaka düzenlemesi bekletiliyor örneğin AKP’nin yargı paketinde. Bu düzenlemelerde aslında 1926 Medeni Kanunu’ndan kurtulmaya çalışan AKP’nin amacı siyasal islamı Türkiye toplumuna her alanda dayatmak. Gördüğünüz gibi kadınların mücadelesinde laiklik ve aydınlanma mücadelesi güncelliğini hiç yitirmiyor ülkemizde.

Kadın Dayanışma Komiteleri eşitsizlikleri, savaşı, karanlığı bu düzenin yarattığını, ancak sınıflar ortadan kalkarsa kalıcı barışın ve eşitliğin sağlanacağını biliyor. Bu nedenle bugün tarihsel kazanımlarımıza sahip çıkarken ya da yeni kazanımlar için mücadele ederken, bu düzeni değiştirme hedefinden de vazgeçmiyoruz. Bugün gündelik hayatlarımızdaki zorluklara karşı birlikte ördüğümüz dayanışma, yarın bambaşka bir dünyanın, eşit ve aydınlık yarınların kurulmasında önemli olacak. Tüm bu karanlığa rağmen bizler umutluyuz, çünkü birlikteyiz ve bu birlikteliğin neleri değiştirebileceğine her gün tanıklık ediyoruz.


Kaynak: (BHA) - Beyaz Haber Ajansı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Keşfet